top of page
seylankandak

CİNDY SHERMAN FONDATION’DA

Updated: Oct 30, 2021


Sosyete Art : Posted on 17 Nisan 2021





Pandemi nedeniyle 30 Ekim 2020 tarihinden beri Fransa’da müzeler izleyicilere kapalı. Her ne kadar hükümet bir süreliğine sanat galerilerini açık tutmak istemiş olsa da rakamların yükselmesiyle tüm sergi mekanları geçtiğimiz ay yeniden kapandı. Ancak Fransa’da izleyicilerle fiziksel buluşma imkânı olmasa bile önceden organize edilmiş sergiler kuruluyor, online gösterim için videolar ve eğlenceli parkurlar hazırlanıyor, sanatçılarla, küratörlerle ve müze yöneticileriyle röportajlar yapılıyor. Böylece hem sanatçılar hem sanatseverler hem de sektör çalışanları bir nebze olsun nefes alıyor.


Bu yazıda size Paris’te birkaç yıldır sanat dünyasının parlayan yıldızı, yeni soluğu Fondation Louis Vuitton’da* sessiz sedasız açılıp kapanan çok önemli bir retrospektif sergiden bahsetmek istiyorum. Cindy Sherman Fondation’da (Cindy Sherman à la Fondation) isimli sergi, fotoğraf sanatçısı Cindy Sherman’ın 1975 ile 2020 yılları arasındaki çalışmalarından bir seçki ve sanatçıyla birlikte seçilmiş Fondation Louis Vuitton koleksiyonu eserlerinden oluşuyor.


Cindy Sherman kariyerinin başından itibaren sanatında portre fotoğrafı üzerinde yoğunlaşmış. Çalışmalarında kendi bedenini sahneye koyarak, farklı karakterlere bürünüyor ve söyleyeceklerini bize otoportreler aracılığıyla iletiyor. Kılık değiştirme, bir karaktere bürünme veya canlandırma olarak tanımlayabileceğimiz ön hazırlık çalışmasını yaparken tabii ki makyaj tekniklerinden, kostümlerden, peruklardan, protezlerden faydalanıyor. Bu noktada önemli olan tüm aşamaların bizzat sanatçı tarafından gerçekleştirilmesi. Tüm sürecin tek bir elden hazırlanması ve yönetilmesi, sanatçıyı tüm dış etkenlerden bağımsız ve özgür kılıyor. Kararlı bir kadın sanatçı için özgürlük paha biçilmez bir kavram. Aslında Sherman kendini bir portre sanatçısı olarak değil fotoğrafçı olarak tanımlıyor: Sanatçı, fotoğrafı medyum olarak kullanıyor ve yarattığı kurmaca karakterleri fotoğrafla sunuyor.


Sinema, sanatçının önemli referanslarından biri. Sinema referansı sayesinde Sherman adeta kendini baştan yaratıyor. Kronolojik olarak planlanmış sergi, The Untitled Film Stills serisi ile başlıyor. “Film still” terimi, sinema dünyasında, sahnenin genel atmosferini yansıtmak amacıyla çekim esnasında gerçekleştirilen fotoğraflar için kullanılıyor. Sherman buradan yola çıkarak kendini 50’li yılların filmlerindeki başkarakterlere dönüştürdüğü bir seri gerçekleştiriyor. İmajlar çok tanıdık, kahraman hep kadın, filmin ismi sanki dilimizin ucunda ama aklımıza bir türlü gelmiyor. Doğru bakış, fon, ışık ve kadrajla sanatçı, bizde gerçeklik algısı yaratan bir kurgu sunuyor. Sherman, fotoğrafları çekerken kendi rolünü yazıyor, dekorunu yaratıyor, yönetmenliği üstleniyor ve başrolde oynuyor. Sanatçı olarak kendinden başkasının fotoğrafını çekmeyi reddettiği gibi, kendini de başka bir fotoğrafçıya emanet etmiyor. Eserleri genel bir bakışla değerlendirdiğimizde kendi içine dönen, başkalarını bile kendinden çıkışla anlatan bu yaklaşım otoportreden de ileri giderek otobiyografik bir anlatıya dönüşüyor.



Sergide sinema alanına gönderme yapan iki çalışma daha bulunuyor. Rear screen projection [Arka ekran projeksiyonu] adlı seride Sherman, renkli diyapozitif mekân fotoğrafları yansıttığı bir perdenin önünde poz veriyor. Sanatçı kendi kurguladığı hayali filmleri bu kez renkli olarak yeniden canlandırıyor. Fotoğraflar dramatik bir stüdyo ışığında çekilmiş. Süjenin ön planda ve kadrajda kesilmiş olması görsel açıdan sinemaya gönderme yapıyor. 2016 yılında gerçekleştirdiği The Flappers adlı seride ise Cindy Sherman, 20’li yılların sinemasına bir bakış atıyor. Bu çalışmada sunduğu portreler yitip gitmiş şöhretli kadın sinema oyuncularına ait. Sanatçı bu serilerde kadın karakterleri canlandırarak bir yandan erkek yönetmen kadın aktris klişesine de gönderme yapıyor. Sherman’ın klişelerle ilişkisi epey çetrefilli zira klişelere eleştiri getirirken kendisi de klişelere odaklanan imajlar yaratıyor. Klişeleri dönüştürerek bir anlatım aracı haline getiriyor. Sabit bir imgeden yola çıkarak kurgu bir hikâye anlatma çabası, bir duruş, bir bakış, bir oluşun güçlü bir fotoğrafa dönüşmesiyle mümkün olabiliyor.




Cindy Sherman yarattığı karakterlerle sinema klişelerinden yola çıksa da geçirdiği fiziksel değişimler, toplum dayatmalarına karşı birer eleştiri niteliğinde. Kadınlara dayatılan güzellik kriterlerinden, herkesin kıstas aldığı divalardan yola çıkarak komik, farklı, çirkin, sahte, abartılı, mide bulandırıcı karakterlere uzanan geniş bir yelpaze sunuyor. Sanatçı bu karakterler aracılığıyla ve kendi bedenini ortaya koyduğu için kimseyi rencide etmeksizin, televizyon, moda ve sinema dünyasını, feminizmi ve genel olarak içinde yaşadığımız toplumu sorguluyor.


Centerfolds serisinde yatay ve panoramik formata yakın çalışılmış, şiirsel ve duygusal olarak tanımlayabileceğimiz işler var. Sanatçı, büründüğü genç kadın karakterler aracılığıyla hikayeler hayallememizi sağlıyor. İyi kurgulanmış sabit bir imge bize tek göz kırpma süresinde onlarca hipotez geliştirme ve başkahramanla ilgili hikâyeyi tamamlama isteği veriyor. Kendimizi, “Acaba bu karenin öncesinde ne oldu, sonrasında ne olacak” diye düşünmekten alamıyoruz. Fotoğraflar genç bir kadının hayatının bir anındaki durumunu, var olma halini anlatıyor. Sherman, bir yandan toplumun genç bir kadından beklentisini sorguluyor, masumiyet, edep gibi kavramlara dikkat çekiyor.





Sherman, kılıktan kılığa girerken ister istemez moda sektörüne de göz kırpıyor. Fashion, tasarladığı, topladığı, sahip olduğu, ödünç aldığı onlarca giysiyle sanatçının kendini moda dünyasının kodlarına göre fotoğrafladığı bir seri. Bu çalışmada ilginç olan, karakterlerin, kıyafetlerin zulmüne uğramış gibi durmaları. Sanatçı, mankenlerin, aciz, bunalımlı, komik, gülünç, tuhaf hallerini imgeleştiriyor. Buradan başlayan manken kavramı sergide hemen arkadan gelen Sex Pictures serisine bağlanıyor. Sherman, Sex pictures serisinde ilk kez kendini değil cansız objeleri, plastik elbise mankenlerini ve oyuncak bebekleri görüntülüyor. Cansız mankenleri kullanarak sahneye koyduğu erotik ve pornografik pozlar bir sinema dünyası eleştirisi gibi. Bunu yapmak için kendi bedenini değil plastik manken uzuvlarını ve medikal protezleri kullanıyor. Parçalanmışlık, bütünden ziyade aksiyonun öne çıkarılması, farklı protez parçaların birleşerek ortaya korkunç diyebileceğimiz hibrit yaratıkların çıkması sonuçta çok çarpıcı imajlara dönüşüyor. Korkunçluğun estetiği olarak tanımlayabileceğimiz seri, aynı zamanda Horror pictures olarak da adlandırılıyor. Buradan daha da ileri giden Sherman Disasters serisinde dışkı, kusmuk gibi mide bulandırıcı öğeleri de kullanıyor. Fotoğraflarda bir gözlük camından yansıma veya aynadan görünmesini, iğrençliğin içinde bile kendi varlığına bir göz kırpma olarak tanımlayabiliriz.


History portraits serisinde Cindy Sherman, Caravaggio, Botticelli gibi büyük Rönesans ustalarının sanat tarihine mal olmuş önemli tablolarını yeniden ele alırken, abartılı protezler, dekorlar ve makyajlar kullanıyor. Bir an için röprodüksiyon olarak algıladığımız tabloların aslında mizansen fotoğraflar olduğunu fark ediyoruz.




Kullanılan abartılı makyajlar ve kendini saklama, hatta yaratılan karakter ardında kendini unutturma 1900´lerin sonu 2000´lerin başlarında gerçekleştirdiği Masks ve Clowns serilerinde de devam ediyor. Bu serilerde en dikkat çekici nokta bir kadın olarak paylaço gibi erkeklerle özdeşleşmiş bir konuyu ele alması. Burada çifte kılık değiştirmeden bahsedebiliriz: Palyaço figürü zaten güldürme amaçlı kılık değiştirmiş bir karakter, hatta bu karakter kimi zaman sinema, edebiyat veya sanat eserlerinde rahatsız etme, korkutma amaçlı da kullanılmıştır. Sherman kendini palyaçoya benzeterek aslında hem kılık değiştirmiş kurmaca bir karakterin kılığına giriyor, hem de cinsiyetine bürünüyor. İmajlarda gülünçlük çizgisi ile endişe verici bir korkunçluk arasındaki gelgitleri fark ediyoruz. Bazı imajlarda ise kadın palyaçolar yaratarak bu konuya da bir feminist yaklaşımda bulunduğunu görüyoruz. Sanatçı kendini feminist olarak tanımlamadığı halde bu yoruma karşı da çıkmıyor.


Günümüze daha yakın gerçekleştirdiği Society portraits, açık bir toplum eleştirisi barındırıyor. Zengin mahallelerin varlıklı evlerinden bol estetikli kadınlar, abartılı makyajlar ve saç modelleri, büyük takılar, pahalı ve gösterişli elbiseleriyle poz veriyor. Sherman kendi de yaşlanırken yaşlılığı geciktirmeye çalışan toplum baskısına yenilmiş Amerikan kadınını mükemmel bir şekilde sahneliyor. Kendi de aynı dönemde aynı ruh halini deneyimlediğinden eleştirdiği kadın prototipiyle empati kuruyor.


70’lerine yaklaşan sanatçının son serilerinden biri olan Men ise ilk kez kendini erkek kılığında gösterdiği çalışması. Ne kadın ne erkek veya hem kadın hem erken olarak karşımıza çıkarak, kendi androjenini de sahneleyen Sherman yine cinsiyet konusunu ele alıyor. Her karesinde aslında cinsiyetler arasındaki hızlı geçişi, erkeğin kırılganlığının sorgulanışını görebiliyoruz. Bize sunulan ipuçları bazen büyük gelen bir palto, bazen karakterin boynundaki bir kolye oluyor.




Sergide daha önce gösterilmemiş olan 7 adet dokuma iş bulunuyor. Sherman böylece ilk kez fotoğraf dışında bir medium ile izleyici karşısına çıkıyor. Aslında bu işler de içinde fotografik birer imaj barındırıyor. Üstelik teknik olarak dijital fotoğrafın piksellerden, halı dokumanın düğümlerden oluşması hem görsel hem düşünsel anlamda çağrışım yapıyor. Sanatçı düşünsel sorgulamasına farklı iki döneme ait tekniği bir arada kullanarak ve eski-yeni, geleneksel-modern karışımı yaparak bir boyut daha katıyor. Cindy Sherman, klasik protokolü olan kılık değiştirme süreci sonrasında kendini cep telefonuyla selfie modunda fotoğraflıyor ve değişimine güncel programları da kullanarak filtreler yoluyla yeni bir boyut katıyor. Sherman, filtreleri dönüştürerek, amacının dışında kullanıyor. Aslında cildi pürüzsüzleştirmek, portreyi güzelleştirmek amacıyla piyasaya sürülen teknikleri yarattığı kişileri karikatürleştirmek yani onlara özel yanlarını daha da abartılı biçimde öne çıkartmak için kullanıyor. Çalışmanın özünde yine dayatılmış güzelliğe bir başkaldırı yatıyor.





Serginin son bölümünde Sherman´ın küratör ile beraber seçtiği, kendi işlerine doğrudan veya dolaylı çağrışımlar yapan müze koleksiyonuna ait eserler görüyoruz. Heykel, enstalasyon, video gibi çok çeşitli eserlerin ortak özelliği hep portre ve otoportre fikrini irdelemeleri. Cindy Sherman’ın eserlerindeki eleştiri gibi, toplumun dayatmalarına karşı özgün ve özgür bir birey olma gerekliliğine vurgu, eserleri de fikren birbirine bağlıyor. Bu seçkide Christian Boltanski, Annette Messager, Andy Warhol, Zanele Muholi, Wolgang Tilmans, Louise Bourgeois, Marina Abramovic gibi özbenlik konusunu çalışan önde gelen sanatçıların eserleri yer alıyor. Sherman, sahneyi son olarak güncel sanatın gelecek vadeden genç sanatçılarına bırakıyor. Bu bölümde insanın çocukluk ve gençlik çağlarına eğilen Adel Abdessemed, Ziad Antar, Rineke Dijkstra, Samuel Fosso, Torbjorn Rodland, Clement Cogitore gibi sanatçıların işleri sergileniyor.


Sherman´ın eserleri tekrara dayalı bir süreci yansıtıyor. Sanatçı bir mizansen yaratıyor, kılık değiştiriyor ve otoportresini fotoğraflıyor. Eserlerin bu denli ikonlaşmış olmasını belki de değişmeyen bu protokole ve genelde aynı temalara yani kimlik, kadın, cinsiyet, klişeler üzerinde yoğunlaşmasına bağlamak mümkün. Cindy Sherman’ın eserlerinde açıkça söylenmese de bir kandırma, gerçekçi bir sahtelik yani kurgu (fiction) kavramından bahsetmeliyiz. Çelişki, sanatçının hem kendini sahnelemek, göstermek, imajını paylaşmak istemesinden hem de bunu yaparken sahte otoportreler yaratarak başka kimliklerin ardında saklanmasından kaynaklanıyor.







* Fondation Louis Vuitton, 2006 yılında Bernard Arnault’nun başında bulunduğu LVMH Group tarafından güncel sanatı tarihi bir perspektif ile destekleme amacıyla kuruldu. Aşağıda fotoğrafını görebileceğiniz müze binası ise sanatseverlere kapılarını 24 Ekim 2014’te Paris’in varlıklı banliyölerinden Neuilly sur Seine’de açtı. Bir gemi formundan yola çıkılarak tasarlanan bina, dünyanın sayılı mimarlarından, Los Angeles Walt Disney Concert Hall, Bilbao Guggenheim Müzesi gibi sembolik binalara imza atmış Frank Gehry tarafından yapıldı.




3 views0 comments

Recent Posts

See All

Comments


bottom of page