Sosyete Art : Posted on 3 Eylül 2021
Bir süredir ailemin yaşadığı ikinci yuvam Bodrum’dayım. Büyük yangınlardan ağır yaralarla çıkmış canım evim yavaş yavaş eski ritmini yakalamaya çalışıyor. Şimdi Bodrum’u sevenlere düşen, bu eşsiz beldeyi ayağa kaldırmak için aktiviteden aktiviteye koşmak ve hem manevi hem maddi desteklerini yerel halktan da buraya gönül verenlerden de esirgememek.
Bugünü kendim için sanat günü ilan ettim ve Bodrum Konacık’taki Zai Yaşam Merkezi’nde Haluk Akakçe resim sergisine gitmeye karar verdim. Son yıllarda Bodrum’da art arda açılan sanat izleme mekanları Avrupa standartlarını yakalamaya çalışıyor ama çok azı bunu başarabiliyor. Örneğin iki sene önce Dibeklihan’da galeri olarak belirlenen alanda gezdiğim karma sergi beni gerek içerik gerek sergileme biçimi açısından hayal kırıklığına uğratmıştı. Heredot Kültür Merkezi ve Nurol Kültür Merkezi deseniz avantajlı konumlarına rağmen aktivite çeşitliliği bakımından atıl kalmışlar. Sahneleri tiyatrocuları cezbedecek nitelikte değil, plastik sanat sergileri neredeyse hiç açılmıyor, web siteleri olmadığı için aktüaliteyi takip etmek zor ve seyirci çekmeyi başaramıyorlar. Bu nedenle Zai’nin mekan olarak potansiyelini bilmeme rağmen giderken hem beklentim hem de korkum büyük.
Saat 19:00 sularında mekana girdiğimde öncelikle tüm bahçe alanını kaplayan çeşitli kafe restoran ve bar masalarının neredeyse tamamının dolu olduğunu görüyorum. Bu kalabalığa rağmen birazdan sergiyi gezen iki kişiden biri olacağımı üzülerek belirteyim. İzlenimlerime göre nedense yeme içme ve müzikli organizasyonlar Türkiye’de hep daha fazla izleyici buluyor. Belki de yeme içme işin içine girmeyince sanat aktivitelerini yeterince eğlenceli bulunmuyordur. Bu tespit başka bir yazının konusu, biz iyisi mi sergimize dönelim.
Zai’nin zen peyzajlarından geçerek sergi alanına ilerlediğimde karşıma çıkan dev camlı iki katlı bina çok çarpıcı. Modern binanın dışındaki camekanlardan içeride bulunan eserleri görmek izleyiciyi heyecanlandırıyor ve içeri girmeye teşvik ediyor. Hele işler Haluk Akakçe’niki gibi ultra renkli tuvaller olunca ilk izlenimim, sergilemeye ilişkin korkumu silip alıyor. Gelelim sergileme düzenine ve sergi içeriğine.
İçeri girdiğimde dışarıda edindiğim beklentiyi karşılayamayan bir yerleştirmeyle karşılaşıyorum. Mekana ait olduğu anlaşılan bir kuyruklu piyano eserlerden birinin önünde kenara itilmiş, öylece duruyor. Mekan çok geniş olmadığından resimler sıkışık bir düzende sergilenmiş ve farklı bir düzenleme arayışına girilmeden klasik resim sergisi anlayışıyla yan yana duvara asılmış. Akakçe gibi iddialı ve yenilikçi bir sanatçının bu düzene nasıl olur verdiğini düşünmeden edemiyorum.
Yanıma görevli bir genç kadın yaklaşıp “Hoşgeldiniz. Herhangi bir sorunuz olursa buradayım,” diyor. Masası veya oturabileceği sandalyesi olmayan görevlinin izleyiciye verebileceği bir sergi broşürü de yok. Yurtdışında tüm galerilerde serginin ana temasıyla işlerin kısa anlatımının yapıldığı bir broşür mutlaka bulunur. Bence bu da yurtdışı bağlantısı bulunan, yani işlerin orada nasıl yürüdüğünü bilen bir sanatçı ve bir sanat galerisi için eksi puan. Türkiye’deki sanatseverler için broşür masrafına girilmemiş mi? En azından duvara bilgilendirici bir metin yazılsaydı veya görevliye sergiyle ilgili bir metin verilseydi... Genç görevliye “Sizin anlatacağınız bir açıklama varsa duymak isterim,” deyince bana sanatçının birincilikle burslu bitirdiği okulları sıralıyor ve önemli bir sanatçı olduğunu, işlerin de pop art ve sürrealist çizgide olduğunu söylüyor. Ben bu görüşe katılmıyorum ama çalışmalar hakkında daha fazla bilgi almam da mümkün olmuyor.
Haluk Akakçe, Bilkent Üniversitesi’nde iç mimarlık okuyarak başladığı kariyerine Londra’da Royal College of Art ve Amerika’daki prestijli The School of the Art Institute of Chicago’da aldığı sanat eğitimleriyle yeni bir yön vermiş. Karizmatik dış görünüşü ve iddialı çalışmalarıyla bilinen sanatçı, resim, video ve ahşap üzerine çalışmalar gerçekleştiriyor.
Sergideki resimleri incelediğimizde, iki farklı teknik kullanılarak yapılmış çalışmalar görüyoruz. Biri tuval üzerine düz satıha çalışılmış resimler diğeri ise tuval üzerine preslenmiş tahta röliyef tekniğiyle yapılmış işler. Sergi bütünlüğü açısından bu iki tarzın iki katlı mekanda ayrı alanlarda sergilenmesi daha iyi sonuç verebilirdi diye düşünüyorum.
Haluk Akakçe’nin işleri gerçekten çarpıcı. Bunu sağlayan orta - büyük boy tuvaller ve çığlık atan renkler üzerine kolay okunan, her izleyicinin anlamlandırabileceği çizimler ve yazılar. Resimlerin birçoğu oldukça parlak ve doygun renkli, bazıları da siyah beyaz. Renkler hem leke hem de fon olarak kullanılmış. Sanatçıyı gördüğümüz an tanımamızı da sağlayan belirli bir paleti göze çarpmıyor. Göz alıcı olmak kaydıyla her renk Akakçe atölyesine davetli. Konturlar ve renkler her zaman örtüşmüyor. Çizimlerin dışına taşan renkler resimlerde dinamizm yaratıyor. Akakçe bazen de yalnızca çizim ve yazıyla yetinmiş. Atölyedeki renklerin hiçbiri tuvale girmeye hak kazanamamış: Sanatçı yalnızca siyah ve beyazı kullanmış, ışık ve karanlıkla, kotrastla kompozisyon kurmuş. Çizim bazlı bu eserler grafiti çağrışımları yapıyor.
Haluk Akakçe yoğun olarak çocuk çizgisini andıran bir tarzda koca kafalı adamlar, ilkel (trivial) bir tavırla primitif portreler yapmış, karakterler yaratmış. Bu karikatüral karaklerler, bazıları fırçayla ama birçoğu marker kalemle ve elle yazılmış ingilizce kelimeler, sloganlar, kısa cümleler, şiir veya aforizma olarak okuyabileceğimiz yazılarla çevrili. Vakit ayırıp yazıları okuduğumuzda kah karamsar ve yakarışvari kah neşeli ve umut dolu anlatımlarla karşılaşıyoruz. Örneğin “Help” (Yardım), “Don’t trust no one” (Kimseye güvenme), “I am not sure of anything” (Hiçbirşeyden emin değilim), “Everyday is Saturday” (Hergün Cumartesi), “There is another futur waiting for you” (Seni bekleyen farklı bir gelecek var), “One way or another you will enjoy a moment and it is ok to be happy...” (Öyle veya böyle anın tadını çıkaracaksın ve mutlu olmakta sorun yok...) yazıları ilk dikkatimi çekenler. Yazılar iç hesaplaşmanın yapıldığı bir günlük gibi sanatçının gizli dünyasına erişim sağlıyor. Plastik sanatlarda bu tarz tipografik kullanımlarla sıkça karşılaşıyoruz. 1900’lerin başında Picasso’nun Journal resmiyle başlayan ve Dadaizmle devam eden, yazıyı sanatsal üretime dahil etme akımını takiben çağdaş sanatta yazı kullanımına sıkça rastlıyoruz. Cy Twombly, Jean Michel Basquiat, Ben, Roman Opalka, Shirin Neshat gibi plastik eserin içine yazıyı dahil eden ve yazarken yaptığı el hareketlerini dışavurum aracı olarak sanatçılar veya tipografiyi ve sloganı başlı başına sanat objesi hatta heykel haline getiren Jenny Holzer, Ugo Rondinone, Robert Indiana, Jaume Plensa gibi sanatçılar harflerle harikalar yaratıyor. Haluk Akakçe’nin yazı kullanımı bana göre dışavurumcu anlatımın yer aldığı ilk kategoriye giriyor.
Akakçe’nin resimlerinde beni en çok etkileyense işte bu dışavurumcu karakter. Sanatçının işi gerçekleştirdiği anı tuvalde okuyabiliyoruz. Spontaneite ve hareket ön planda. Tuvaller bize sanatçının vücut hareketlerini, elini kolunu kullanışını, boyaları sıçratışını, çizim yaptığı hızını yansıtıyor. Bu içtenlik, bu samimiyet ve bu kendinden eminlik konturlarda, çizgilerde ve lekelerde gizli. Bu nedenle aşağıdaki resmi çok sevdim. Göz alan renkler yoksa bile yalnızca işin özü resimsel anlatım, siyah beyazın duruluğu ve sanatçının çalıştığı anın plastik bir anlatımı. Yazılar da bu anlatımı destekler şekilde, bazı kelimeler bölünmüş, okunaksız, resmi yapma anında sanatçının elinden istemsizce, hesapsızca çıkmış gibi.
Akakçe, resimlerinde ne kadar anda kalmış ve kontrolü elden bırakmışsa röliyeflerinde bir o kadar hesaplı ve dikkatli hareket etmiş. Ahşaptan gerçekleştirilmiş ve kusursuz şekilde siyaha veya beyaza boyanmış plakalar tuvallere preslenmiş gibi duruyor. Bu teknik bana grafiti sanatçılarının spreyle çizim yapmak için kullandığı poşuar kalıplarını hatırlatıyor. Aslında resimlerinde yoğun bir grafiti esintisi bulduğum sanatçının röliyeflerinde yine grafiti poşuarı görmek mantık zincirine uyuyor. Resimlerinde hep figüratif anlatımı benimseyen sanatçının tahta röliyeflerinde kimi zaman karakterler olsa da daha çok soyut anlatıma yöneldiğini görüyorum.
Günün sonunda ülkemdeki sanat daha ileri gitsin istediğim için sergileme anlamında kritik düşünsem de birkaç sene öncesine kadar tatil beldesi olmanın ötesine geçemeyen Bodrum’da, üzerinde kafa yormaya değecek kalitede işler gördüğüm için mutlu oluyorum. Bu vesileyle modern bir sergi alanı yaratan Zai’nin kurucularına, Bodrum’da galeri açan diğer tüm sanat profesyonellerine ve Bodrum’da sergi açan tüm sanatçılara teşekkür ediyorum. Bodrum’da yaşayan ve gezmeye gelen herkesi de kültürel etkinlikleri takip etmeye ve sektöre katkıda bulunmaya davet ediyorum.
Comments